Yaz aylarının kavurucu sıcağına alışığız. Fakat artık bu sıcak yalnızca teni değil, yüreği de yakıyor. Her yaz biraz daha fazla tutuşuyoruz alevlere. O alevler, sadece ormanları değil, doğayla birlikte umudu, huzuru, yaşamı da içine çekiyor.
Bu yıl Türkiye'deki birçok il gibi, Mersin'in Silifke ilçesi de bu acının bir parçası oldu. Binlerce hektar orman yok oldu. Arıların vızıltısı, kuşların cıvıltısı, sincapların koşturmacası sustu. Bu sessizlik sadece doğanın kaybı değil, aynı zamanda insanlığın suskunluğu. Her yanıp yok olan ağaç, solan bir nefes, eksilen bir canlı demek. Ormanlar; toprağın, havanın, suyun dengesi.
Silifke'de yaşanan yangın, bölge halkı için sadece bir doğa felaketi olmadı. Tarım alanlarının yanması, hayvancılığın zarar görmesi, evlerin ve yılların emeğinin yok olması, insanlarda derin bir travma bıraktı. Bu yangınlar, ekonomik kayıpların ötesinde, toplumun moralini ve dayanışma ruhunu da yıpratıyor.
Ne yazık ki bu felaketlerin çoğu ihmalkârlık, dikkatsizlik ya da kasıtlı davranışlar sonucu çıkıyor. Bu gerçek, herkesi sorumluluk almaya davet ediyor. Doğayı korumak, sadece devletin ya da kurumların değil, her bireyin görevi olmalı. Etkin erken uyarı sistemleri, yangına dayanıklı orman yapısı ve yerel halkın bilinçlendirilmesi gibi adımlar bir an önce hayata geçirilmeli.
Bir ağaç, sıradan bir gölge değil; bir nefes, bir umut, bir yaşam kaynağı. Kül olan her dal, yitip giden bir gelecek parçası. Silifke'de yanan ormanlar ve onlarla birlikte yanan umutlar, yeniden yeşertmemiz gereken şeyleri hatırlatıyor.
Kalemimin ucu sönmeden, bir fidanın toprağa kavuştuğu anı düşünüyorum. Belki o zaman, küle dönen umutlar tekrar filizlenir ve biz, doğayla birlikte yeniden nefes almayı öğreniriz.