Yıllardır yazar, elimden geldiği kadar bu kentin sessizliğine, suskunluğuna, yalnızlığına ve sahipsizliğine vurgu yapmaya çalışırım.
Başımıza ne geldiyse sebebi budur.
Kent olarak ne olamadıysak da sebebi budur.
Bu kentin dinamikleri dediğimiz ağır, hantal ve işe yaramaz kurumları, başkanları, yönetimleri ise ağızlarını açmaz.
Ankara'dan bize bir şey düşer mi diye beklerler ağızlarını açmak için.
Onların tek umudu Ankara'dır.
Beklerler öyle yavru karga gibi.
Ağızlarını açmaya da korkarlar oldu bitti.
Zahmet edip kıçlarını kımıldatıp bir şeyler yapalım, isteyelim, üretelim, hakkımızı arayalım demezler.
Diyemezler.
Memleket sevdaları, kent bilinci yoktur.
Oturdukları koltuklar, temsil ettikleri makamlar onların gözünde sadece sıçrama tahtasıdır.
Kendilerini de bir an önce Ankara'ya atacak mekanizmalar olarak görürler o makamları.
Yediklerini içtiklerini bu kentte kazanırlar.
Ama;
Bu kente borçlarını ödemek akıllarına gelmez bir türlü.
Benim gibi bir kaç gazeteci, sorumluluk hisseden bir kaç iyi Mersinli konuşur sadece.
Konuşanlar gurubuna Akdeniz kent Konseyi Başkanı Mustafa Erim'de katıldı son olarak.
Ve Kent Konseylerinin ilk defa işe yarayacağını hissettirdi bana.
Korkmadan, çıplak gerçeği en doğru cümlelerle, bizim yıllardır söylemeye çalıştığımızdan daha net biçimde söyleyiverdi.
Sessiz, sakin, kentlilik bilinci ile donanımlı, reklam kaygısı olmadan üreten bir vatandaş olarak düşünürdüm sayın Erim'i.
Haklı çıktığım için memnunum.
"Sesimizi çıkarmadığımız için ülkedeki problemli ne varsa Mersin'e taşındı" tesbitine katılmamak, alkışlamamak elde değil.
Tek cümlede özetleyivermiş içinde bulunduğumuz Mersin'i.
Tesbit aynı zamanda "ne yapmamız" gerektiği sorusunun cevabını da içeriyor.
"Umut" hala var.
Eksik olan ise "hareket."
Çoğalalım, hareketlenelim, el atalım o zaman.
Hadi gari.
**
Sevdiğim Laflar:
"BU GÜNKÜ TAVUK, YARIN Kİ KAZDAN İYİDİR.."