Cumhuriyet, sadece takvimde kırmızıyla işaretli bir gün değildir.
Sadece bayrak asmak, marş söylemek, törenlerde bulunmak da değildir.
Cumhuriyet, bir kelime, bir slogan, bir resmî tören değildir.
O, bir zihniyet, bir değerler bütünüdür.
Cumhuriyet,itaat etmek değildir — sorgulamaktır.
Yönetenlere boyun eğmek değil, hesap sormaktır.
Cumhuriyet tek ses değildir — farklı seslerin bir arada yaşayabilmesidir.
Cumhuriyet, susmak değil konuşmaktır.
Korkmak değil, hak aramaktır.
Cumhuriyet, “ben bilirim” diyen bir gücün değil, “biz karar veririz” diyen bir halkın adıdır.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil, bir insan onuru anlayışıdır.
Yani, kimsenin kimseye üstün olmadığı, doğuştan “eşit” sayıldığı bir sistemdir.
Cumhuriyet;
Birkaç kişinin çıkarı için değil, herkesin iyiliği içindir..
Sadece geçmişi övmek değil, geleceği inşa etmektir...
“Benim fikrim doğrudur” demek değil, “senin fikrini de duymalıyız” demektir.
Bu yüzden Cumhuriyet ne bir partidir, ne bir ideoloji;
Cumhuriyet, bir vicdan meselesidir.
Bugün Cumhuriyet’i kutlarken bunu hatırlamak gerek:
Cumhuriyet, bize verilen bir hediye değil —korunması, yaşatılması ve her nesilde yeniden tanımlanması gereken bir sorumluluktur.
Atatürk’ün o büyük sözü kulağımızda çınlamalı:
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” Bu vazife, sadece bir çağrışım değil; her nesle bırakılan kutsal bir nöbettir. Bizler atalarımızdan aldığımız nöbeti torunlarımıza emanet edeceğiz.
Cumhuriyetimiz 102 yaşında… Bizler, o nöbetin onurlu bekçileriyiz.