Eski bir dostla hasbıhal eder gibi, rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın uyarıları düştü aklıma. Ömrünün son demlerine kadar Türk milletini uyardığı o meşhur sözleri: Haim Nahum Doktrini ile "Aç bırakılacaksın, işsiz bırakılacaksın, borca esir edeceksin, dininden uzaklaştıracaksın, bölüneceksin, böldüklerini birbiriyle çarpıştıracaklar, yumuşak lokma haline getirilip yutulacaksın."
Bu sözler, tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu fısıldıyor kulağıma. Zihnimde derin bir soru yankılanıyor: Acaba biz de bu acı döngünün son perdesini mi yaşıyoruz?
Tarih sayfalarını açtığımızda, Çin Seddi'nden Tuna'ya kadar kurduğumuz tüm büyük devletlerin, acı bir tekerrürle yıkılışını görüyoruz. Sebepler hep aynı: Ordu ve devlet idaresindeki ikilik, iç çekişmeler, ekonomik sorunlara çözüm üretememe, geçmişten ders alıp geleceğe yön verememe... Esnekliğimizi, uyum yeteneğimizi, teşkilatçılığımızı ve en önemlisi adalet duygumuzu yitirdiğimizde, Hunlardan Göktürklere, oradan Osmanlı'ya kadar hepsi tarihin tozlu sayfalarına karıştı.
İşte tam da bu noktada, yabancı tarihçilerin pek dillendirmediği bir gerçeğin çıplaklığıyla yüzleşiyoruz: Dağılan bir ordunun ardından, Türkler her zaman katliam, mezalim ve asimilasyona maruz kalmıştır. Düşüncesi bile yürek burkan bu olaylardan bazılarını hatırlayalım:
* Çin'in Hun ve Göktürklere uyguladığı katliamlar.
* Moğolların Otrar ve Semerkant'ta ve ardından Anadolu'da yaptığı vahşet.
* Bizans'ın Çatalca'da Peçeneklere uyguladığı katliam.
* Haçlı Seferleri (bugün adı konmamış bir versiyonunu yaşıyoruz sanki).
* Yunanların Mora'da ve Batı Anadolu işgalinde Manisa, Tire, Söke ve Yalova'da yaptığı mezalim.
* Osmanlı-Rus savaşları sonrası Kırım, Nogay, Çerkes ve tüm Orta Asya'daki Müslümanlara yönelik katliamlar.
* II. Dünya Savaşı sonrası Kırım Tatar ve Ahıska Türklerinin sürgünü.
*Balkan Savaşları sonrası Bulgarlar, Sırplar ve Yunanların, 600 yıllık Türk yurdunda estirdiği zulüm, katliamlar.
* Pontus ve Ermeni çetelerinin Karadeniz ve Doğu Anadolu'daki katliamları.
* EOKA'nın Kıbrıslı Türklere uyguladığı mezalim.
* Todor Jivkov döneminde Bulgaristan'da yaşananlar.
* PKK terör örgütünün terör eylemleri, köy baskınları ve bölge halkına yönelik zulümleri.
Direnç Noktalarımız ve Çıkış Yolu
Dostumuzun az, düşmanımızın çok olduğu bu coğrafyada, tüm bu saldırılara karşı ayakta kalabilmemizin bir sırrı vardı: Milli kimliğimizi koruyan direnç noktalarımız.
* Ordu-millet olma töremiz ve liyakati esas alan ordumuz.
* Köklü devlet aklı geleneğimiz.
Güzel Türkçemiz.
* Bin yıldan fazladır İslam'ın bayraktarlığını yapışımız., Kürt-Türk kardeşliğimiz.
* Mete Han'dan Alparslan'a, Selahattin Eyyubiden, Fatih'ten Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e uzanan kutlu liderlerimiz.
Bilge Tonyukuk'tan Dede Korkut'a, Yunus Emre'den Hacı Bektaş-ı Veli'ye uzanan manevi önderlerimizin hikmet ve duaları.
Ve en önemlisi, Türk töresini ve hasletlerini yaşatma azmimiz.
Şimdi bir bakın etrafınıza: ABD ve Yunanistan üzerinden gelen bir kuşatma, Zengezur ile Kafkaslarda bizi çevreleyen bir tehdit, güneyimizde ikinci bir Kürt devletçiği dayatması... Ekonomik ve sosyal kuşatma tam gaz devam ediyor. Milli değerlerimiz, cumhuriyetimizin kurucu ilkeleri sistematik bir saldırı altında.
Bu tabloya teslim mi olacağız?
Elbette hayır.
Çıkış yolu, yüzlerce yıl öncesinden yankılanan bir sesle başlıyor: Bilge Kağan'ın buyruğuyla, "Ey Türk, titre ve kendine dön!"