Büyük şairimiz Nazım Hikmet Kuvayi Milliye Destanı adlı şiirinin bir bölümünde şöyle anlatır büyük taarruz günlerini
**
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adini bilmiyordu
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda
tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Uc" dediler,
Sarisin bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun basına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
**
Dün büyük taarruzun başlangıcıydı.
O günlerin anlamını bilenler için çok büyük bir gündü.
Emperyalizme başkaldıran, esareti kabullenemeyen kadınlı, erkekli hatta çocuklu yurtseverlerin dünyaya meydan okuyuşunun başlangıcıydı.
Karlı.
Fırtınalı.
Geçilmez Küre dağlarının aşıldığı.
Manda kağnılarının cepheye aktığı.
Çocuğundan önce düşmana atılacak top mermilerini, cephaneleri koruyan kadınların, genç kızların, yaşları küçük, yürekleri büyük ana kuzularının dünyayı şaşkına çeviren öyküsünün taçlandığı günler.
Yokluğun varlığa üstün geldiği.
Kağnının kamyonu yendiği günler.
Büyük taarruz.
Unutanlara inat.
Kutlu olsun.
Daim olsun.
**
Sevdiğim Laflar:
“DÜNÜNÜ BİLMEYENİN YARINLARI OLMAZ!..”