Orta Asya'dan esen bir rüzgârla,
Macar ovalarına uzanan sırdır o.
Türk'ün kadim ağacı, Kavak,
Çadırına direk, tırpanına sap,
Anadut olur, dirgen olur,
samanına, sapına yoldaş,
Her bir dalında bir destan yatar,
bir bilene bir de görene.
Gevrek, mazlum, narin, kavruk gibi durur,
Tıpkı Anadolu yiğitleriyle eş,
İman ateşiyle harlandığında,
Çelik olur gövdesi, meşe ve çama inat.
Bozkırın kalbinde, Anadolu'mda,
Yükselir minarelerle göğe.
Bir yanı, imana varmayı diler,
Diğer yanı, gönüllerde ilahi aşkı arar.
Selvi'yle boy ölçüşse de nicedir,
Kavak, tam da Anadolu'nun özüdür o.
Bir kesildiğinde kökünden on fışkırır,
Tıpkı Türk'ün ananesi,
Devlet-i Ebed Müddet misali,
Özü bir, kökü birdir, bir olur, bin dirilir bu millet!
Köklerinde ataların nefesi,
Dallarında geleceğin sesi.
Bir parmak kalınlığında dalı yeter ki,
Toprağın bağrına kavuşsun bir an.
Azıcık da su görsün hele,
Varmadan senesine, gülücükler saçar dört bir yana.
Yirmiye varınca, çeyiz olur kızına,
Düğün olur evlenene, yuva kurar.
Görürseniz Macar Ovası'ndan Tuna'ya,
Bilin ki evladı Fatihan’ın Balkanlar'daki son izidir o.
Kesince, çeşme misali gözyaşı döker,
Amma varmadan senesine,
Fışkırır kökleri dört bir yana.
Türk Milleti gibi, bir ölür bin dirilir,
Bırakmaz meydanı çalıya, çırpıya.
Âşıklar adlarını kazır kadim bağrına,
Tutar verilen sözleri yüreğinde, kapanmaz bir yara.
Vermez sırrını âşıkların âleme,
Kadim dosttur, gölgesi serinlik sunar yaz akşamlarında.
Sallanan dalları ve yaprakları,
Duyanlara hikmet ve aşk senfonisi fısıldar, duyabilene.