Yerel seçimlerin üzerinden bir yılı da aşan bir süre geçti.
Her seçim döneminde olduğu gibi, meydanlarda bolca vaat verildi, projeler sıralandı, eski yönetim eleştirildi, halka “değişim” sözü verildi.
Vatandaş da bir umutla sandığa gitti, tercihini yaptı, yetkiyi verdi.
Peki bir yılın ardından ne değişti?
Önce altı ay boyunca kulağımıza aynı sözler çalındı:
"Belediye borç içinde…"
"Kasamız boş…"
"Yılların yükünü devraldık…"
Yetmedi, “Geçmiş dönemden kalan icra dosyaları hizmet yapmamıza engel oluyor” denildi.
O da yetmedi, “Bizi merkezi yönetim engelliyor” serzenişi başladı.
Bir türlü sahaya inilmedi.
Bir türlü üretilmedi. Bir türlü taş üstüne taş konmadı.
Oysa belediyecilik, mazeret değil, maharet işidir. Vatandaş, kimin ne kadar borç bıraktığını değil; bugün çözüme ne kadar yaklaşıldığını görmek ister.
Kimin neyi kötü yönettiğini değil; siz neyi nasıl daha iyi yapacağınızı duymak ister.
Unutmayalım ki, her belediye başkanı göreve gelirken mevcut tabloyu bilerek aday olur.
Borcu, bütçeyi, projeyi, kadroyu bilerek yola çıkar. Seçim meydanlarında hiç kimse “Biz zaten ilk sene hizmet veremeyiz çünkü kasada para yok” demez.
Tam aksine, "Biz gelirsek her şey düzelecek" der.
Ama iş başa gelince, birden roller değişir. Proje sunan lider, yerini bahane üreten bir figüre bırakır.
Sanki geçmiş belediye başkanları milyarlarca dolar bırakıp gitmiş gibi konuşulur.
Sanki herkesin eli kolu bağlıymış da hizmet imkânsızmış gibi davranılır.
Ama gerçek şudur: Belediye başkanlığı bir ağlama makamı değildir.
Belediye, icraat makamıdır.
O koltukta oturan herkesin şikâyet değil, çözüm üretmesi gerekir.
Geçmişe takılıp kalmak, bugünü heba etmektir. Mazeret üretmekle geçirilen zaman, o ilçenin, o mahallenin, o sokağın kaybıdır.
Elbette devralınan belediyeler zorluklarla dolu olabilir. Elbette sorunlar bir günde çözülmez. Ama bu, hizmetten geri durmanın bahanesi olamaz.
Vatandaş, bir yılda temel altyapıda ne değişti, ulaşımda ne kolaylık sağlandı, sosyal hizmette ne yenilik yapıldı diye sorar. Cevap yoksa, sorumluluk da yoktur.
Söz varsa, gereği de olmalıdır.
Sonuç olarak, seçilmiş herkesin bir sorumluluğu var: Bahanelere sığınmak değil, çözümle anılmak.
İcraat makamına oturup da şikâyet eden herkes, sadece kendini kandırır.
Halkı değil.