Eskiden büyüklerimiz “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” derdi. Nisan geldi mi ağaçlar çiçek açar, mayısta yaz kendini hissettirirdi. Şimdi bakıyoruz, ne mevsim mevsim gibi ne de hava alıştığımız gibi. Nisan ortasında tişörtle gezerken ertesi gün montla çıkıyoruz dışarı. Bu işte bir gariplik var, değil mi?
Eskiden bir takvim tutulurdu, hangi ayda ne ekilir, ne biçilir bilinirdi. Ama şimdi çiftçi ne ekeceğini şaşırdı. Yağmur zamanında yağmıyor, güneş yaktıkça yakıyor. Toprak bile ne yapacağını bilemez halde. Bu sene kuraklık olur, ertesi sene sel basar. Dereler ya kurumuş ya taşmış. Herkes birbirine soruyor: “Bu havalar da ne ola ki?”
Aslında doğa bize sinyal veriyor ama biz almazdan geliyoruz. Arabayla her yere gitmek, plastikleri her köşeye atmak, tarlayı hesapsızca sürmek... Bunların hepsi dönüp dolaşıp havaya, suya, toprağa zarar veriyor. Sonra da bu hava değişiklikleriyle uğraşıyoruz.
Bunun çaresi büyük şehirlerdeki bilim insanlarında olduğu kadar, bizim gibi sıradan vatandaşlarda da var. Mesela güneş varken lambayı yakmamak, yağmur suyu biriktirip bahçeyi onunla sulamak, çöpümüzü ayrıştırmak... Bunlar basit işler gibi görünür ama her biri doğaya bir nefes olur.
Köydeki nine bile der ki: “Toprak doymazsa insan da doymaz.” Biz de doğayı doyuralım ki gelecek nesillerin de havası, suyu, toprağı temiz kalsın.
Çünkü hava değişikliği dediğimiz şey, sadece gökyüzünün hali değil; bizim de hayatımızın dengesi. Yağmurun zamanında yağması, toprağın verimli kalması, çocuklarımızın temiz bir nefes alabilmesi... Bunların hepsi birbirine bağlı. Herkes üzerine düşeni yaparsa, doğa da bize yüzünü döner.
Kısacası, bu işi sadece yetkililere bırakmak olmaz. Evde, tarlada, sokakta... Nerede yaşıyorsak, orada başlayacak bu değişim. Çünkü doğa bize nasıl davranırsak, öyle cevap veriyor. Bugün attığımız adımlar, yarının havasını belirliyor.