YUSUFCAN GÜDÜK
Türkiye tarihinin en büyük işçi mücadelesi 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin üzerinden 55 yıl geçti. Direnişi anarak yenide taleplerini gündeme getirmek için sokağa inen DİSK/Genel-İş Mersin Şubesi, iktidara seslendi.
“55. YILINDA 15-16 HAZİRAN’IN İZİNDE EKMEK, ADALET, HÜRRİYET MÜCADELESİNE DEVAM”
Özgür Çocuk Parkı’nda yapılan basın açıklamasına emek ve demokrasi güçleri de destek verdi. Burada açıklama metnini okuyan DİSK Genel İş Sendikası Mersin Şube Başkanı ve Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Göksoy, “55. yılında 15-16 Haziran’ın izinde ekmek, adalet, hürriyet mücadelesine devam” dedi.
“Ekmek, adalet ve hürriyet mücadelesini kazanmak için yeni 15-16 Haziran’lar; yeni 15-16 Haziran’lar için örgütlenmek şart!” diyen Göksoy, “Ülke tarihinin en zorlu günlerinden geçiyoruz. Bir yandan ekmeğimiz küçülüyor, bir yandan tüm haklarımıza el uzatılıyor. Grev hakkı, sendika hakkı, insanca yaşama hakkı derken seçme ve seçilme hakkımız dahi artık ciddi bir tehdit ile karşı karşıya. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonun verilerine göre ülkemiz işçiler için dünyanın en kötü 10 ülkesi arasında yer almaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü Konferansı’nda Türkiye işçilerin temel haklarının güvence altında olmadığı ülkeler arasında sıralanıyor.
“BU ZORLU GÜNLERİ NASIL AŞACAĞIMIZI İSE TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ, 15-16 HAZİRAN 1970’TEKİ BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ GÖSTERİYOR”
Haklarımızı kaybettikçe yaşamak da zorlaşıyor. Yüksek enflasyon karşısında maaşlarımız eriyor; ekmeğimiz her gün biraz daha küçülüyor. Gelirde, vergide ve ülkede adalet her gün biraz daha bozuluyor; zengin daha da zenginleşirken milyonlar yoksullaşıyor.
Koca ülke bir avuç zengini, bir avuç yandaşı, bir avuç sermayedarı beslemek için çalışıyor, çırpınıyor, ama geçinemiyor. Milyonlarca işçiye, emekçiye, emekliye yoksulluk, sömürü, adaletsizlik ve hiçbir hakkı hukuku olmayan kölelik dayatılıyor.
Hep beraber yaşadığımız bu zorlu günleri nasıl aşacağımızı ise Türkiye işçi sınıfının, 15-16 Haziran 1970’teki büyük işçi direnişi gösteriyor.
Bugün 15-16 Haziran’ın 55’inci yıldönümünde sadece geçmişi yâd etmek, yitirdiğimiz mücadele arkadaşlarımızı anmak için değil, ülkemizin şu karanlık günlerden çıkışının yolunu işaret etmek için bir aradayız. Bugünlerde en güçlü attığımız sloganlardan birinde hep beraber haykırdığımız gibi “Hak, hukuk adalet işçilerle gelecek” demek için bir aradayız.
“15-16 HAZİRAN İŞÇİ SINIFININ AYAĞA KALKIP ‘ARTIK YETER!’ DEDİĞİ BİR DİRENİŞ DESTANIDIR”
Evet, 15-16 Haziran işçi sınıfının ayağa kalkıp ‘Artık yeter!’ dediği bir direniş destanıdır. 15-16 Haziran burjuvaziye ve burjuvazinin emrindeki iktidara nasırlı ellerin yumruğunu vurmasının simgesidir. 15-16 Haziran işçi sınıfının sadece kendi işine, aşına, ekmeğine, sendikasına, DİSK’e değil aynı zamanda ülkesine sahip çıkmak için ayağa kalktığı gündür.
Hep beraber hatırlayalım. 55 yıl önce dönemin siyasi iktidarı DİSK’i fiilen ortadan kaldırmak amacıyla bir yasa tasarısı hazırladı. Getirilmek istenen yasada bir sendikanın ve konfederasyonun Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için işçilerin üçte birini üye yapması gerekecekti. Böylesine yüksek bir barajla DİSK’in önüne set çekmek istiyorlardı. Bu yasa tasarısı 1961 Anayasası’nda tanınan hakları yok saymaktaydı. O yıllarda da işçilerin haklarına ve ekmeğine el uzatmak için Anayasa’yı çiğnemeyi göze alan bir siyasi iktidar vardı.
“DİSK’İN KAPISINA KİLİT VURMAYI AMAÇLAYAN GİRİŞİMİN ARKASINDA PATRONLAR VARDI”
DİSK’in kapısına kilit vurmayı amaçlayan Anayasa’ya aykırı bu girişimin arkasında elbette ki patronlar vardı. Çünkü DİSK güçlendikçe, ücretler yükselmekte, işçiler yeni haklar elde etmekteydi. DİSK güçlendikçe işçi sınıfı güçleniyordu. DİSK güçlendikçe işçiler sömürü düzeninin çarklarına çomak sokuyordu. DİSK güçlendikçe işçiler işyerlerinde ve ülkede söz ve karar sahibi oluyordu.
DİSK patronları ve iktidarı rahatsız ediyordu. Çünkü DİSK 1967’deki kuruluşuyla beraber işbirlikçi, sarı sendikacılığa karşı; sermayeden, iktidardan ve siyasi partilerden bağımsız sınıf ve kitle sendikacılığı çizgisi ile güçlenmekteydi.
DİSK’i yok etmek için Anayasa’ya aykırı yasal düzenlemeyi hızla hazırladılar. DİSK’in çağrılarına, çabalarına kulaklarını tıkadılar. İşçilerin tepkilerini dinlemediler. ‘Biz yaparsak olur’ dediler ama yanıldılar.
“SADECE DİSK’Lİ İŞÇİLER DEĞİL, ÖRGÜTLÜ-ÖRGÜTSÜZ TÜM İŞÇİLER, KOL KOLA OMUZ OMUZA DİRENDİ”
Tasarının Meclis’ten geçmemesi için yaptığı girişimlerden sonuç alamayan DİSK, bütün işyeri temsilcileri ve yöneticilerini 14 Haziran 1970’te toplayarak eylem kararı aldı. Kurucu Genel Başkanımız Kemal Türkler, bu toplantıda yaptığı tarihi konuşmasında şunları söyledi:
“Meclis’teki kanuna karşı kısa zamanda DİSK’e bağlı bütün sendikaların hemen kendi işkollarında greve geçmesi gerekir, arkadaşlar. Biz işçiyiz, dünyada her şeyi yapan işçiler amma işçiler durduğu zaman, dünyada her şeyi yapan işçiler durdukça dünya durur arkadaşlar, uçak durur, gemi durur, fabrikalar durur, bütün vasıtalar durur. Çünkü biz işçiler buna hâkim olduğumuz müddetçe her şey de o zaman kendiliğinden halledilmiş olur.”
Ve Kemal Türkler’in dediği gibi oldu. 15 Haziran sabahından başlayarak sadece DİSK’li işçiler değil, örgütlü-örgütsüz tüm işçiler, kol kola omuz omuza direndi.
“COPLAR, PANZERLER VE HATTA KURŞUNLAR İŞÇİ SELİNİ DURDURAMADI”
İlk olarak İzmit, Gebze ve İstanbul’dan 100 binin üzerinde işçi Ankara asfaltını keserek yürüyüşe geçti. Her adımda sayıları arttı, her kilometrede seslerine yeni sesler katıldı. Önlerine çıkan barikatlar dağıldı. Coplar, panzerler ve hatta kurşunlar işçi selini durduramadı. Bu kıvılcım Türkiye’nin diğer büyük kentlerine de ulaştı.
Dönemin iktidarı işçileri dinlemek yerine susturmaya çalıştı. Açılan ateş sonucu üç işçi; Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram ve Mehmet Gıdak yaşamını yitirdi. 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandı ve yargılandı. 5 binin üzerinde işçi önderi işten atıldı.
“TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI OLARAK BİRLİĞİ, DAYANIŞMAYI VE MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEMEK ZORUNDAYIZ”
Gözünü karartan hükümet işçi kanı pahasına yasayı çıkarttı ama yasayı fiili olarak uygulayamadı. Gücümüz birliğimizden gelir diyen işçilerin kararlılığı sayesinde DİSK’in kapısına kilit vuramadı. Nitekim Anayasa Mahkemesi ölü doğan bu yasayı iptal etti. DİSK’in görüşleri haklı çıktı. DİSK kazandı, işçiler kazandı, halk kazandı, memleket kazandı.
Bu şanlı direnişten alınacak çok ders var. Çünkü 15-16 Haziran yalnızca anılması gereken bir “tarih” değildir. 15-16 Haziran içinden geçtiğimiz karanlık dönemden çıkış için yolumuzu gösteren bir işaret fişeğidir.
Bugün 15-16 Haziran direnişinin izinde ekmek, adalet ve hürriyet mücadelesini büyütme kararlılığımızı ifade etmek için bir aradayız. Türkiye işçi sınıfı olarak 15-16 Haziran direnişinde gösterilen birliği, dayanışmayı ve mücadeleyi örgütlemek zorundayız” diye konuştu.
“BUGÜN DE ZENGİNİ DAHA ZENGİN YOKSULU DAHA YOKSUL YAPMAYA YÖNELİK ADALETSİZ POLİTİKALAR İNSAFSIZCA UYGULANIYOR”
Bugün de düzenin tüm çarklarının emeği ucuzlatmak için döndüğünü vurgulayan Başkan Göksoy, “Bugün de zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapmaya yönelik adaletsiz politikalar insafsızca uygulanıyor. Emeği ucuzlatmak uğruna, Türkiye İstatistik Kurumu dahi suç işlemeyi göze alarak mahkeme kararlarına rağmen enflasyon sepetine yönelik sansür uygulamaya devam ediyor. Emeği ucuzlatmak uğruna, Türkiye dünyada işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasındaki yerini koruyor.
Emeği ucuzlatmak uğruna, işverenlerin sendikal hakları gasp etmesine seyirci kalınıyor, ILO sözleşmeleri göz göre göre çiğneniyor, barajlarla, türlü türlü hilelerle işçilerin sendikalaşması engelleniyor. Grevler övüne övüne yasaklanıyor. Sendikalaşmanın önündeki engellerle Türkiye işçi sınıfının yarısından fazlası asgari ücrete mahkûm ediliyor, asgari ücret ise bile isteye enflasyona ezdiriliyor.
“ASGARİ ÜCRETLİNİN CEBİNDEN 3336 TL ENFLASYON YÜZÜNDEN EKSİLMİŞKEN, ASGARİ ÜCRETE ARA ZAM YAPILMIYOR”
2025’in ilk beş ayında enflasyon tüm emek gelirlerinden 200 milyar TL’yi eritmişken, asgari ücretlinin cebinden 3336 TL enflasyon yüzünden eksilmişken, asgari ücrete ara zam yapılmıyor. Sermaye için vergi cenneti olan ülkemizde Mayıs 2025’te tüm ücret düzeyleri sanki zenginleşmişiz gibi yüzde 20’lik bir üst vergi dilimine giriyor. Gelirde adaletsizlik, vergide adaletsizlik ile perçinleniyor.
Emeği ucuzlatmak uğruna, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri maliyet unsuru olarak görülüyor ve işçiler önlenebilir iş kazalarında yaşamdan koparılıyor.
Emeği ucuzlatmak uğruna, emekliler sefalete mahkûm edilerek çalışma yaşamına devam etmeye zorlanıyor.
“GREV HAKKI, SENDİKALAŞMA HAKKI, GÖSTERİ HAKKI, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN SONRA SEÇME VE SEÇİLME HAKKIMIZA DA EL UZATILIYOR”
İktidar politik rakiplerini bertaraf etmek için ülkenin döviz birikimini çarçur ederken, faizleri yüksek tutarken ekonomi yavaşlıyor, işsizlik oranları hızla artıyor.
Bu adaletsiz politikalarıyla toplumsal desteğini her gün daha fazla yitiren iktidar, ayakta kalmak için siyasi rakiplerini yargı yolu ile bertaraf ediyor. Halkın iradesine saygı göstermediğini her gün ama her gün göstermeye devam ediyor.
Grev hakkı, sendikalaşma hakkı, gösteri hakkı, ifade özgürlüğünden sonra seçme ve seçilme hakkımıza da el uzatılıyor.
“İŞÇİ SINIFI ŞU GERÇEĞİN FARKINDADIR: SEÇME VE SEÇİLME HAKKI, SON KALEMİZDİR”
Ama işçi sınıfı şu gerçeğin farkındadır: Seçme ve seçilme hakkı, son kalemizdir.
Demokrasi ve Cumhuriyet hangi siyasi görüşten olursa olsun tüm işçilerin, emekçilerin, emeklilerin kırmızıçizgisidir. Seçme ve seçilme hakkının darbe yediği bir ortamda ülkeyi yönetenler sadece kendilerine ve bir avuç ayrıcalıklı kesime çalışır. Demokrasi işçinin ekmeğidir. Siyasi rekabetin güdümlü yargı operasyonlarıyla ortadan kaldırıldığı bir ortamda yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik büyür. Tehlikede olan sadece tutuklanan ve görevden alınan siyasetçiler değildir. Tehlikede olan soframızdaki ekmektir, çocuklarımızın geleceğidir. Tehlikede olan demokrasidir, cumhuriyettir. Tehlikede olan 85 milyon insanıyla bu ülkedir.
Tek kişinin ağzından çıkan her sözün ferman kabul edildiği, kimsenin karşısına aday çıkamadığı, kimsenin hakkını hukukunu arayamadığı bir düzen hepimiz için büyük bir tehdittir.
“TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI BU ADALETSİZ DÜZENİ KENDİ ELLERİYLE DEĞİŞTİREBİLİR”
Demokrasiyi, Cumhuriyet, toplumsal barışı ve kardeşliği tehdit eden bu girişimleri püskürtmek hepimizin ortak görevidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve bugün milletin çok büyük bir çoğunluğu işçilerdir, emekçilerdir. Kimse kendini çok güçlü sanmasın: İşçilerden, emekçilerden, emeklilerden, gençlerden, kadınlardan, kısacası halktan büyük bir güç yoktur. 15-16 Haziran 1970 bu gerçeği herkesin gördüğü tarihi dersler içermektedir.
Türkiye işçi sınıfı bu adaletsiz düzeni kendi elleriyle değiştirebilir. 19 Mart’tan beri sokaklarda, meydanlarda yükselen adalet ve demokrasi mücadelesi, işçi sınıfının gelirde, vergide ve ülkede adalet talepleriyle güçlendiğinde bu gücün karşısında kimse duramaz.
Ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üreten bizler 15-16 Haziran direnişinin ışığında birleştiğimizde ve mücadele ettiğimizde hiçbir kuvvet bizi yenemez.
Evet, hiçbir kuvvet bizi yenemez ama örgütlü olduğumuzda, sendikalı olduğumuzda.
İşte bu nedenle Türkiye işçi sınıfı DİSK çatısı altında birleşmeye, 15-16 Haziran direnişinin izinde mücadeleye çağırıyoruz!
Gelirde, vergide, ülkede adalet için yaşasın 15-16 Haziran! Sendikal haklarımız için ve demokrasi için yaşasın 15-16 Haziran Ekmek için, adalet için, hürriyet için yaşasın 15-16 Haziran! Gücümüz birliğimizden gelir: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” şeklinde konuştu.