24 Temmuz, Türkiye ve Türk Basını için önemli bir gündür.
24 Temmuz 1908'de II. Abdülhamid tarafından İkinci Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesiyle basın üzerindeki acımasız sansür de kalkmıştır.
Ve de 24 Temmuz 1923 ‘de imzalanan Lozan Antlaşması ile yok olmak üzere olan Türkiye’nin bugünkü sınırları belirlenmiş ve o günün koşullarında önemli kazanımlar elde edilmiştir.
Her ne kadar bazıları, “Lozan bir zafer mi yoksa hezimet mi?” diye yaygara koparsalar da önemli değildir.
Önemli olan, konuyla ilgili gerçek tarihçilerin değerlendirmeleri ve de o günün koşullarında paramparça olan Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’dir!
Sansürün kaldırılışı ve Basın Bayramı’na gelirsek;
10 Haziran 1946 yılında kurulan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, bir basın günü oluşturmayı planlayarak, Türkiye de ilk gazetenin çıkış tarihine göre, “Basın Bayramı” ilan etmeye karar vermişti. Kararın ardından ilk gazete konusunda çeşitli görüşler bulunması nedeniyle bu konuda farklı öneriler gündeme gelmişti. Daha sonra Falih Rıfkı Atay tarafından, Basın Bayramı’nın her yıl 24 Temmuz tarihinde kutlanması fikrini ortaya atılmış ve bu bayramın 24 Temmuz’da kutlanması kabul edilmiştir. 24 Temmuz 1908 tarihinde Türk Basınında sansürün kaldırılması nedeniyle, her yıl 24 Temmuz günü, ‘Gazeteciler ve Basın Bayramı’ olarak kutlanmaktadır..
Bu bilgiden sonra günümüz gazeteciliğine ve Basın Bayramı’na dönersek;
1908’dan bu yana 111 yıl geçmiştir.
111 Yılda Türkiye’de basın ne kadar özgür olabilmiştir.
Kimi zaman devletin, kimi zaman patronların sansürü ile karşı karşıya kalmıştır gazeteci.
12 Eylül 1980 sonrası Holding patronlarının medyayı ele geçirmesi sonrası basın sektöründen sendikaların saf dışı bırakılması ile başlayan süreç, Gazeteciler Cemiyetlerinin etkisizleştirilmesi ile devam etmiştir.
Bir zamanlar oldukça etkili ve saygın olan cemiyetlerin ne yazık ki bugün yalnızca adı vardır.
Tabi ki bu duruma gelmelerinden de Cemiyet başkanların katkısı oldukça fazladır!
Başkanların koltuğu koruma sevdası nedeniyle, meslekle uzaktan yakından ilgisi olmayanların cemiyetlere üye yapılması sonucu ortaya çıkan kargaşa kargaşada yöneticiler de cemiyetleri iplemez oldu.
Daha doğrusu gazetecileri.
Çünkü, cemiyet başkanıyla işi bitirerek tüm basını kucağına aldığını sanan siyasetçiler, yerel yöneticiler ve STK’ların sayısı oldukça fazla.
Tüm bunlara bir de sosyal medyada iki satır yazı yazmayı bile beceremeyenlerin kendine Gasteci/Yazar etiketi eklemesiyle , ortalık Çarşamba Pazarı’na döndü!.
İki gün sonra 24 Temmuz.
Bay Başkan başta olmak üzere herkes,” Basın Bayramı/Basın Özgürlüğü” ile ilgili ahkam kesecek.
Cemiyet Başkanı ve üyeleri de onları alkışlayacak.
Kaç kişi sorar bilemiyorum;
“Madem ki Basın Özgürlüğü var, 111. Yılda cezaevlerinde 111’den fazla gazeteci neden yatıyor?” diye..
Daha sorulacak çok soru var.
Bırakalım, bunları da genç meslektaşlarım veya gazeteci olduğunu sanan soytarılar (!) sorsun.
Böylece onların da önünü açmış oluruz!
Kaçının sorgulamaya yüreği/ mabadı yeter(!) bilemem.
Benim bildiğim bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmez!
Sözün ÖZÜ;
Düşünce özgürlüğünün suç sayıldığı ortamda , basın özgürlüğünden söz etmek ham hayaldir!
Yalnızca Bay Başkan ve ekibinin siyasi rakipleri için yazma özgürlüğü vardır Türkiye’de…
Hem de ne yazarsan yaz!
İster belden alta vur isten belden üste..!
“Niye yazdın?” diye sormazlar, “az yazmışsın” diye alkışlarlar.
Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi.
Sıkıysa Bay Başkan ve ekibini eleştir!
İşte o zaman Hanyayı Konyayı görürsün!
Bizler de Basın Özgürlüğü, Özgür Basın diyerek başkalarının özgürlüklerine saldırmaya da hakkımız olmadığını bilelim.
Bilelim ki , bir yaşam tarzı olan mesleğimizi doğru-dürüst yapalım.
Ve de kamuoyu gazeteciye saygı duysun ve yeri geldiğinde de arkasında dursun!
Toplum seni benimsediği sürece varsın.
Yoksa istediğin kadar kartvizitine Gasteci/Yazar yazdır, ancak sen yazar sen okursun!
Ne derler bilirsiniz; “Benim oğlum bina okur döner döner yine okur..!”
(Not; Sevgili dostlar Temmuz ayının yarısını geçtik, kısa bir tatil yapacağım. 29 Temmuz Pazartesi günü buluşmak üzere.)