Metin ALTIOK | NEO LİBERALİZM VE KAPİTALİZMİN KÜRESEL KRİZİ | Mersin Haberci Gazetesi
     
 
 
 
 
 
image
Metin ALTIOK

Tarih : 20.03.2018  E-Mail : metinaltiok2001@yahoo.com


NEO LİBERALİZM VE KAPİTALİZMİN KÜRESEL KRİZİ

Krizler kapitalist üretim tarzının mantığına ve işleyişine içkin olduğundan kapitalizm krizsiz yapamaz. Kapitalizm 1970’li yılların ortalarından itibaren uzun dönemli bir yapısal krize girmiş ortalama kâr oranları, verimlilik ve üretimde yaşanan önemli düşüşlerle “Altın Çağ” olarak adlandırılan genişleme döneminin sonuna gelinmişti. Ayrıca “Altın Çağ”ın yaratıcısı talep genişleyici keynesçi iktisat politikaları da önemini kaybetti. Gelişmiş kapitalist ülkeler, krizden yeni bir birikim modeli ile çıktı. Neo liberalizm olarak adlandırılan bu yeni birikim modeli, kâr oranlarının düşme eğilimini engellemek amacıyla emek yoğun sanayilerin işgücünün ucuz olduğu azgelişmiş kapitalist ülkelere transfer edilmesini ve ihtiyaç duyduğu işgücünün temin edilebilmesi için de kır-kent dengesinin kentler lehine yeniden değişimini gerekli kılıyordu. Nitekim 1970’lerde yüzde 70’e yüzde 30 kır lehine olan bu denge 2000’li yıllarda yüzde 70’e yüzde 30 kent lehine değişti. Böylece kırların geleneksel değerlerinin kentlere taşınması dünyayı bir bütün olarak muhafazakarlaştırıp, sağcılaştırdı. Neo liberal stratejiler bu muhafazakarlaşmaya ve sağa evrilmeye daha da yüksek bir ivme kazandırmış oldu.

Krizin kaynağının kâr oranlarının düşme eğilimi olduğu gerçeği, gelişmiş kapitalist ülkelerde bu düşüşe karşı duran etmenleri harekete geçirdi. Bu etmenler: Günümüzde en popüler olanı Milton Friedman ve Friedrick. V. Hayek’in temsil ettiği parasalcı yaklaşım ile arz yanlı anayasal iktisat yaklaşımlarının ileri sürdükleri neo liberal iktisat politikalarıdır. Bu iktisatçılara göre, üretim düşüşleri, işsizlik, ekonomik istikrarsızlık ve yüksek enflasyon devletin ekonomiye aşırı müdahalesi, artan kamu harcamaları ve para arzını aşırı şişirmesinin bir ürünüdür. Onun için enflasyonu önlemeyi, para arzını kontrol etmeyi, devletin ekonomiye müdahalesini azaltmayı ve ekonomiyi arz ve talep yasalarının işler olduğu serbest piyasa mekanizmasına bırakmayı gerektirir. Bu nedenle talep genişlemeci keynesçi politikalar terk edilmelidir. Dünya ekonomisinde yaşanan stagflasyonun nedeni, 1930’lardan itibaren uygulanan işsizliği azaltmaya yönelik istihdam genişletici para ve maliye politikalarıdır. Keynesçi iktisat paradigması küresel talebin ayarlanması ve küresel milli gelir düzeyinin belirlenmesini ön plana almış ve para arzı ile fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiyi göz ardı etmişlerdi.

1980’lerden itibaren sermaye sınıfı kâr oranlarının düşme eğilimine karşı duran etmenleri harekete geçirmek üzere, keynesçi dönemin tüm kazanımlarına savaş ilan etmiş ve ünlü neo liberal ekonomik ve sosyal istikrar ve yapısal uyum politikaları dayatılmıştı. IMF ve Dünya Bankası’nın 1980’lerden itibaren özelde azgelişmiş genelde tüm kapitalist ülkelere neo liberal stratejiler altında önerdiği yapısal uyum programları birbirini izleyen evreler içinde ekonomilerde daha köklü yapısal dönüşüm uygulamalarını içermektedir. Bu evrelerin ilki üretimde, iç ve dış ticarette ve mali sermayede liberalizasyon ile bir bütün olarak “sermayenin yeniden yapılanması”. İkincisi, iş süreçlerini esnekleştirme ve işgücünü örgütsüzleştirme yoluyla “emek piyasasının yeniden yapılanması”. Üçüncüsü, etkinlik, özelleştirme, kamu yönetimi temel yasası ve deregülasyon (düzenleme dışı bırakma) ve reregülasyon (yeniden düzenleme ve gözetleme) yoluyla “devletin yeniden yapılanması”. Dördüncüsü, emeklilik, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ile “sosyal politikaların yeniden yapılanması”. Ancak genelde her ülkede özelde Türkiye ekonomisinde her evrenin tamamlanması sonrasında bu evrelerin ortaya çıkardığı sermaye emek çelişkilerinin ve sermaye birikiminin sürekliliğinin devamının krizlerle sonuçlanması kaçınılmaz olmuştur. Çünkü krizler, bölüşüm ilişkilerinin sermaye sınıfı aleyhine seyrettiği bir dönemde kâr oranları ve birikim süreci üzerindeki olumsuz sonuçlarının düzeltilmesini sağlamaktadır. Böylece krizlerle neo liberal politikaların yarattığı istikrarsızlıkların sosyalize edilerek sermayenin yeniden üretiminin koşulları da yaratılmış olur.

Neo liberal yapısal uyum stratejileri, “keynesçi sosyal devleti” aşındırması ve işsizliği arttırması, yedek işgücü ordusunun büyümesiyle sınıfın iç rekabeti beraberinde sendikaları sorgulamayı getirdi. Çünkü emek talebi aynı kalırken emek arzı yükselince, emek gücünün fiyatı da bir meta olarak düştü. Bu durumda sendikalar işlevsiz kalacaktı. Böylece sendikalar etkisizleştirildi, reel ücretler düşürüldü, sermayeden alınan vergiler azaltıldı, sosyal harcamalar kısıldı, özelleştirmeler dayatıldı, sermayenin hareketini kısıtlayan tüm düzenlemeler tasfiye edildi ve buna, liberalizasyon (serbestleştirme) denildi. Devletin yapısı ve işleyişi sermayenin tek yanlı çıkarını gözetecek şekilde yeniden düzenlendi. Devletin küçültülmesinden ve etkinliğinden söz ediliyordu oysa asıl amaç düşen karlılığı arttırarak sermayeyi büyütmekti. Buna da deregülasyon (düzenleme dışı bırakma ve kuralsızlaştırma) dendi. Toplumun ortak kullanımına sunulmuş ve kamuya ait ne varsa özelleştirildi. Metalaştırılmamış ve piyasalaştırılmamış, hiç bir şey bırakılmadı. Özelleştirmelerden eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, belediye hizmetleri, iç ve dış güvenlik ve hatta adalet vs. hiç bir şey muaf değildi.

2008 küresel krizine kadar çeyrek yüzyıl neo liberal yeniden yapılanma stratejilerinin mutlak üstünlüğüne tanık olundu. Ancak küresel krizin yarattığı uzun süreli düşük büyüme pek çok gelişmiş kapitalist ülkede karlılık krizi ve yapısal sorunları tekrardan gün yüzüne çıkardı. Son dokuz yıldır ülkelerin bu sorunlara kısa vadeli politikalarla çözüm aramaları ve gerekli yapısal dönüşümün son derece yavaş ilerlemesi, iktisadi sorunların toplumsal tepkiye dönüşmesine ve alternatif arayışlara neden oldu. Gerek Ortadoğu’da (bahar eylemleriyle başlayan) gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da siyasi alanda görülen hızlı dönüşümü gerçekte küresel ekonomide yaşanan sorunlardan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla sermaye sınıfı için kârlı yeni pazarlar açmak ve istikrarlı büyümeyi garanti almak için yapılan girişimler başarısızlığa uğradıkça, 2008 küresel krizinin faturası da yine işçi sınıfına çıkarılmaya devam edecektir. Ücretler üzerindeki baskı artacak, emek giderek artan oranda esnekleşecek, taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma koşulları daha da yaygınlaştırılacaktır.




 
  YAZARIN ARŞİVİ
 
 
 
  YORUMLAR
 
 
  YORUM YAZIN
 
Adınız Soyadınız :

Yorumunuz          :

Güvenlik Kodu     : Güvenlik Kodu
Kod                        :

 



  HABERCİ GAZETESİ
 

  HABER ARAMA
 
  

  HABERCİ SPOR
 


  BİK İLANLAR
 




  SOSYAL MEDYA
 

  NÖBETÇİ ECZANELER
 
 

 




sanalbasin.com üyesidir

 
         
ANASAYFA HABER ARŞİVİ KÜNYE İLETİŞİM GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
mersinhaberci.com © Copyright 2016-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA