Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi’ne imza attıkları için Mersin Üniversitesi’nden atılan 3 akademisyen, feminist aktivistlerden Nalan Turgutlu Bilgin ile birlikte ülkenin ilk sivil kütüphanesi ‘Kültürhane’yi kurdu.
“Her zaman her kötü koşuldan bir çıkış yolu vardır” diyerek yola çıkan aydınlar, bir gecede işsiz, ekmeksiz, geleceksiz bırakılmalarına rağmen, Kültürhane’de insanlık için bilimsel üretime devam etmeyi hedefliyor.
Hediye Eroğlu – Mehmet Nabi Batuk
Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen bu ülkede hala güzel şeyler oluyor… Mersin’de Barış İçin Akademisyenler Girişimi’nin Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi’ne imza attıkları için Mersin Üniversitesi’nden atılan 3 akademisyen Prof. Dr. Bilgen Ayşegül Yılgör, uzman Galip Deniz Altınay, Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ile feminist aktivistlerden Nalan Turgutlu Bilgin tüm imkansızlıklara rağmen ülkenin ilk sivil kütüphanesi ‘Kültürhane’yi kurdu.
Kültürhane’nin yola çıkış ilkeleri ve hedeflerini “Umudu var etmek” olarak tanımlayan Prof. Dr. Bilgen Ayşegül Yılgör, Mersin demokratik kamuoyuna güvenerek, “Her zaman her kötü koşuldan bir çıkış yolu vardır” anlayışı ile yola çıktıklarını söyledi. Kültürhane’de insanlık için bilimsel üretime devam etmeyi hedeflediklerini söyleyen Yılgör, hayalden gerçeğe dönüşen ‘çıkış yolu Kültürhane’yi gazetemize anlattı.
SORU: Barış Akademisyeni olarak bir imza ile hayatı değişenlerden oldunuz. O dönemde neler yaşandı?
B. A. YILGÖR: Ben Mersin Üniversitesi’nin ilk hocalarından biriyim. 1993 - 1994 yıllarındaki kuruluş sürecinden bunaya üniversitede görev yaptım. Ancak tamda verimli çalışmalarımın başlayacağı zaman 28 Nisan 2017 tarihinde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Suça ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığım için görevimden ihraç edildim. Oysa biz imzacılar; aydın ve akademisyen olmanın sorumluluğunu yerine getirdik. Yani burada herkes kendi bireysel tavrını ortaya koydu.
Bu imza ile; insanların ölümüne, büyük acılara, özgürlüklerin sınırlanmasına karşı; savaş sona ersin, barış koşulları ortaya çıkarılsın, insanlar ölmesin, tekrar müzakere süreci başlasın, sivil insanlar bu süreçte zarar görmesin, daha orantılı bir güç kullanımı diyerek, insani kaygılarla yaşananları tasvip etmediğimizi beyan ettik. Eğer bu süreç böyle sürecekse, biz bu yaşananlara tanıklık etmeyeceğiz, biz buna itiraz edeceğiz, biz bu suça ortak olmayacağız dedik. Bunu dedikten sonra hayatımızda önemli değişiklikler başladı. Mersin Üniversitesi Rektörlüğü diğer üniversitelerden farklı bir tutum izleyerek, imza atan akademisyenlerin sözleşmelerini yenilememe yoluna gitti. Rektörlüğü ziyaret ederek sözleşmelerin akademik bir konu olduğun imzanın ise bireysel-aydın sorumluluğu ile ilgili olduğunu anlatmaya çalıştık. ‘Eğer bir suç unsuru varsa devletin mahkemeleri var’ yargı kararı beklenmeli dedik.Ancak Rektör bey bize; ‘siz suç işlediniz, yargılanacaksınız, benim yetkimde olan araştırma görevlileri, yardımcı doçentler ve profesörlerin hiçbirinin sözleşmesini yenilemeyeceğim’ diyerek ne yapmak istediğini bize deklare etti. Dolayısıyla biz başımıza ne geleceğini ön görmeye başladık. Bunun sonucunda Mersin Üniversitesi’nden bildiriye imza atan 22 akademisyen keyfi bir şekilde işinden oldu. Ama işin ilginç tarafı bize hala dava açılmadı. Bu durum rektörün bazı durumlardan kendisine vazife çıkarmasından kaynaklanıyor.
SORU: Akademisyenlerin sözleşmeleri yenilenmeyince hayatlarında ne gibi değişimler oldu?
B. A. YILGÖR: Hayatlarda çok şey değişti tabiî ki... İhraç edilen arkadaşlarımız o kadar yüksek bir kalifikasyona sahiptiler ki; hepsi kendilerine yüksek burslar bularak akademik çalışmalarını yurtdışında sürdürmek zorunda kaldılar. Her akademisyen yurtdışında çalışma yapmak ister ancak bu kendi iradenizle olmalıdır. Yurtdışında çalışmaya mecbur edilirseniz bunun adı zorunlu sürgün olur. Birçok arkadaşımız maalesef ki bu zorunlu sürgünü yaşıyorlar. Arkada ailelerini, sevdiklerini, arkadaşlarını bırakmaya mecbur ediliyorlar. Bu arkadaşlarımız akademik olarak var olmayı sürdürüyorlar ancak bunu bir fırsat gibi yaşamıyorlar mecbur oldukları için sadece akademik varoluşlarını sürdürüyorlar.
“ARKAMIZDA BİNLER VAR”
SORU: Peki bu karanlık günlerde sizinde kuruculuğunu yaptığınız Mersin’in ilk sivil kütüphanesi Kültürhane nasıl ortaya çıktı?
B. A. YILGÖR: Biz akademisyenlerin en büyük yatırımları kitapları oluyor. Yurtdışına giden arkadaşlarımız arkalarında büyük bir kütüphane bıraktılar. Bu zenginliği nasıl değerlendireceğiz, ne yapacağız sorusunun cevabı bizi düşünmeye yöneltti. Arkadaşlarımızın emaneti bu kitapların kutularda kalmaması, insanların bu kitaplardan faydalanması için neler yapabileceğimizi konuşmaya başladık.
Önce yerel yönetimlerle konuşalım bunların yardımıyla bir şeyler yapalım diye düşündük. Ancak hepimiz işsiz kalınca kitapları yaşam döngümüzü devam ettirecek bir mekanizmaya dönüştürelim kararı aldık. Sonra burayı yarı ticari bir mekâna dönüştürdük. Adına da Kültürhane dedik.
SORU: Kültürhane’ye hangi isimlerin katkısı oldu?
B. A. YILGÖR: En önde bu işi yapan dört kişiyiz ama arkamızda onlar, yüzler var desem az olur çünkü binler var. Mekanın tasarımında mimar, kurumsallaşmada mali müşavir arkadaşlarımız yardımlarını esirgemediler. En az bunlar kadar bize bu fikri veren ve şuanda yurt dışında olan sevgili Bediz Yılmaz, Yasemin Tolga gibi arkadaşlarımız var. Onların dışında Türkiye’nin dört bir yanındaki barış akademisyenleri yanımızda oldular. Bizi hiç tanımayan ama destek amaçlı iletişime geçen çok sayıda kişi oldu.
ÇIKIŞ BU TARAFTA!
SORU: Kültürhane ile neyi hedeflediniz?
B. A. YILGÖR: Bizim derdimiz öncelikle genç arkadaşlarımızın kitaplardan faydalanması ve işsiz bırakılmış akademisyenlerin yeniden genç arkadaşlarımızdan beslenip, akademik hayatına devam edebilmesidir. Rektör bize üniversitemizin kapısını kapatsa bile biz üretmeye devam edeceğiz. Üniversitedeyken dar bir alandaydık ama şimdi kentin ortasındayız. Burada birlikte okuyacak, yazacak, ortak çalışmalar yapacağız. Söyleşiler, paneller düzenleyecek, filmler izleyecek, imza günleri yapacağız.
Mekan değişik alanlardan oluşuyor. Önceliğimiz kütüphane. Kitabınızı, kahvenizi alıp burada kendinizi yazın dünyasına bırakabilirsiniz. Kültürhane’ye destek amaçlı kitap gönderenler oluyor. Şuan kitapları sosyal bilimlerle sınırlandırıyoruz. Bunların dışında edebiyat ve güncel kitaplar ile Mersin’e dair kitaplarımız da var. Bilhassa barış akademisyenlerinin kendilerinin yazdıkları kitapları da ayrı bir bölümde okurlarla buluşturmak istiyoruz. Bu kitapların hem tanıtımını, hem de satışını gerçekleştireceğiz. Ayrıca yazarlarını okur ile buluşturacağız.
Ayrıca toplantı salonlarımız var. İsteyen gruplar toplantılarını çalışmalarını, gösterilerini, atölyelerini burada yapabilirler. Ayrıca biz de bu etkinliklerin organizasyonunda olmak istiyoruz.
Burayı maddi anlamda yaşatmak için bir kaygımız var. Bu nedenle burada etkinlik düzenleyerek bizlere destek olabilirler. Bu anlamda bir yerel ürünler standı kurduk. Aslında bu stant bizim başka bir dünya mümkün düşüncemizin bir yansımasıdır. Örneğin Hopa Kooperatifi’nin çayını kullanıyor ve isteyen tüketicileri ürün ile buluşturuyoruz. Yine Ovacık Belediyesi ile iletişim kurarak, halkın ürettiği ürünleri tüketiciye aktarmak istiyoruz. Çünkü kooperatifleşmeye kolektifleşmeye destek olmak istiyoruz. Ayrıca Mersin Limonatası yapmak gibi bir planımız da var. Bu mekân bir şekilde kooperatifleşmeye de destek sunmalı. Hayatımızı pek çok açıdan kolektifleştirmeye çalışıyoruz bu amaçla çeşitli üreticilerin ürünlerini tüketiciye ulaştırmak gibi bir hedef içerisindeyiz.
“HERKESE KAPIMIZ AÇIK”
SORU: İlkler her zaman sancılı ve zorlu olur. Kültürhane’nin gereken ilgiyi görememesinden korktunuz mu? Nasıl tepkiler aldınız?
B. A. YILGÖR: Böyle bir korkumuz olmadı.Yola çıkarken Mersin’in demokratik kamuoyuna güvendik. Şimdi de ilk günlerin o yoğunluğu içerisinde ‘galiba çok doğru yapmışız’ diye aşırı bir heyecan içindeyiz. Bunun sürdürülebilirliğini ne olacağını hayat gösterecek. Biz bunun dönüşümünü sağlarsak mutlu olacağız.
Kültürhane’nin dostları olacak. Bu insanlar belli bir süre sonra birbirlerine günaydın diyecek, hal hatır soracaklar. Burası herkesin yeri olacak. Öğrencilerden sivil vatandaşlara, A politik görüşünden B cinsel yönelime kadar herkese kapımız açık. Bunların hiçbiri bizim için tercih ve dışlama nedeni olamaz. Aslında bir dokunsak birbirimize o zaman her şey daha güzel olacak.
SORU: Buraya gelirken elimizden ne ile geleceğiz ne ile çıkacağız?
B. A. YILGÖR: İsterseniz kitabınızla, gazetenizle, derginizle gelebilirsiniz. Daha sonra eli boş çıkacaksınız ve kitabınızı bize bırakacaksınız. Ama yüreğinizde yeni bir umut, yeni bir heyecan belki de yeni dostlar edinmenin getirdiği mutluluk ile çıkacaksınız.
“ÜNİVERSİTELERDE TOPLUMSAL FAYDA KAVRAMI UNUTULDU”
SORU: Üniversitelerin içinde bulundukları kentlerle olan ilişkileri ve bağı çok zayıf durumda. Toplumsal fayda ilkesi neredeyse yok gibi, neden?
B. A. YILGÖR: İlk olarak piyasalaşma ile birlikte üniversiteler ticarileştirildi. İnsanlar artık maddi getirisi olmayan işlerle pek uğraşmak istemiyorlar. Üniversiteler de büyük ölçüde yüksekokullara, teknik okullara dönüştürüldü. Hocaların ders yükleri çok fazla ve derse girip çıkmanın dışında pek bir öteye gidemiyorlar. Artan iş yükünden dolayı herkes işin kolayına kaçmak istiyor. Araştırma yaptırtmak ve yapmak istemiyor. Dolayısıyla piyasalaşan araştırmalar kıymetli olduğu için kentin sorunları da pek bir değer taşımıyor. Üniversitelerde toplumsal fayda kavramı galiba unutuldu.
Akademisyenler; hayatı değiştirmek ve dönüştürmek gibi sorumluluğu olan insanlardır. Dolayısıyla sadece teknik işler yapmıyoruz. Birlikte üretme olgusu çok önemlidir. Ancak akademinin hiyerarşik yapılandırması üretimi sınırlandırıcı etkenlerden bir tanesidir. Kültürhane’nin; hocanın öğrenci, öğrencinin hoca olacağı, zaman zaman rollerin değişeceği, karşılıklı öğreneceğimiz, üreteceğimiz bir yere dönüşecek olmasını umut ediyoruz.
“BİZ HAKLIYIZ, HAKLI OLUNCA DA GÜÇLÜYÜZ”
SORU: Sizin gibi baskıya maruz kalan, işsiz bırakılan çok sayıda insan var. Onlara neler söylemek istersiniz?
B. A. YILGÖR: Biz haklıyız, haklı olunca da güçlüyüz. Belki şuanda bir miktar atomizeyiz, üzerimize çok yoğun baskılarla gelindi, bu anlamda kendimizi biraz dağınık hale getirmiş olabiliriz. İşinden, gücünden edilmiş, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan bir kesim gibi görülüyoruz ancak biz çok az bir kesim değiliz ve nitelik olarak ilerideyiz. Her zaman her kötü koşuldan bir çıkış yolu vardır. Hepimiz kendi bulunduğumuz yerde dik duruşumuza devam ettik. Bu şekilde direnişi ve varoluşumuzu sağlamış olacağız. Benim gibi kim var diye etrafımıza bakmamız lazım. Daha sonra o dik duranlar yeniden güzel şeyler inşa etmeye başlayacaklardır.
“KADINLAR FARK YARATMALI”
SORU: Özellikle kadınlara dair neler söylemek istersiniz? Zira onların mücadelesi daha çetin ve zorlu oluyor…
B. A. YILGÖR: Kadınlar, akademide olsun sosyal yaşamlarında olsun her zaman ötekileştirilen bir kesimdir. Bizim kadınlar olarak hayata karşı donanımlarımızı artırmamız gerekiyor. Diğer taraftan da toplumsal cinsiyet rollerinin tanımlanması, belirlenmesi ve ona karşı duruş geliştirilmesi açısından da bilgi ve birikim düzeyimizin artması gerekiyor. Klasik eğitim şartlarından biraz olsun uzaklaşmamız gerekiyor. Evet, eğitim şart ancak bunun toplumsal cinsiyet rollerinin farkında olarak yaptığımız bir şey olması gerekiyor. Yoksa eğitimli ama mevcut erkek egemen sistemi yeniden üreten kadınlar haline dönüşüyoruz. O yüzden de farkındalığımızı, birlikteliğimizi ve ihtirasımızı artıracağız.